Geçmişten günümüze kadar çocuk ve çocukluğa dair söylemler kültürel farklılıklardan dolayı değişmektedir ancak BM raporlarına göre; 0-18 yaş arasındaki insanlar “çocuk” olarak kabul edilmektedir. Bedensel ve mental olarak “savaş” olgusunun farkında olmayan bu bireyler, savaşın en masum kurbanlarıdır.
Yüzyıllardır süregelen savaşlar, çatışmalar, terör ve çeşitli şiddet eylemlerinden en çok etkilenenler şüphesiz ki çocuklardır. Bu politik çatışmalar, milyonlarca çocuğu doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Doğrudan savaşın kucağında olan çocuklar, fiziksel ve psikolojik olarak geriye dönüşü mümkün olmayan travmalar yaşamaktadırlar. Savaşa doğrudan maruz kalmayan çocuklar ise medya aracılığıyla yaşananlara dolaylı bir şekilde maruz kalmaktadır.
Yaşadığımız coğrafyaya ve dünya geneline baktığımızda çeşitli savaşların devam ettiğini görmekteyiz. Bu savaşlarda çocukların ebeveyn kaybı, güvenlik, barınma, sevgi ihtiyaçları; bunun yanı sıra taciz, tecavüz, fiziksel kayıplar minicik yüreklerin çektiği acıların sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Derine indiğimizde ise birçok şey sıralayabiliriz.
Teknolojik gelişmelerle birlikte silah sanayisinin büyümesi, modern savaş anlayışının başladığı ve savaşın cephelerden şehir merkezlerine sıçradığını göstermektedir. Bu sıçrayışla birlikte sivil halkın da ağır bedeller ödediğini görmekteyiz.
Savaşın, insan ve toplum psikolojisini doğrudan etkileyen ve kaygıyı artırarak birçok hastalığı tetikleyebilecek bir güç olduğu bilinmektedir. Savaş travmasına maruz kalan çocuklar, travma sonrası stres bozukluğu yaşamaktadırlar. Travma sonrası stres bozukluğu: Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağan dışı ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşen olayların tetiklediği bir ruhsal travma ya da ruh sağlığı durumudur. Bu belirtiler: tedirginlik, gerginlik, irkilme durumları, huzursuzluk, öfke patlamaları ve saldırgan davranışlar söylenebilir. Bunların yanı sıra olayla ilgili istenmeyen düşüncelerin zihinde canlanması ve olay tekrar yaşanıyormuş hissi de sıklıkla görülen durumlar arasındadır.
Savaş tahribatının kelimelere sığmadığı ancak sonuçlarının herkes tarafından bilindiği kanlı bir eylemin kazananının olmadığı aşikardır. Bu yüzden sebep ne olursa olsun insanların öldüğü hiçbir dava haklı değildir. Savaş çığırtkanlığı yapan insanların bu savaştan elde edeceği çıkarı gözetmesi ve bundan sağlayacağı menfaatleri meşru göstermesi etik ilkeler doğrultusunda gayri ahlaki davranış olarak nitelendirilmektedir.
Zülfü Livaneli’nin de dediği gibi: “Ne çok isterdim tek bir çocuğun ahının, koskoca devletleri tuzla buz etmesini, orduları bozmasını, ölüm kusan savaş uçaklarını düşürmesini. Ama elimizden bir şey gelmiyor. Kahrolarak yaşıyoruz.”