Araştırmalara göre Türkiye'de her yüz kişiden 5'i kitap okuyor. Gelişmiş bir ülkede 1 kişi yılda 25 kitap okurken, bizde 6 kişi yılda 1 kitap okuyormuş.

Kitap okuma oranımıza bakılırsa dünya ortalamasında çok çok gerilerde olduğumuz aşikâr.

 Maalesef okumuyoruz.

Bazılarımız kitap okuma alışkanlığı kazanamadığından okumuyor.

Bazılarımız kitaplara ulaşamadığından…

Malumunuz kitap fiyatları el yakıyor.

İnsanımız mide meselesini düşünürken entelektüel gelişim için yapılan harcamalar arka planda kalıyor.

Hatta kimsenin aklına bile gelmiyor.

Sokrates: Eğitimin masrafını ve cehaletin masrafını hesaplayın. Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın, demiş.

Bu sözden biraz da olsa ders çıkarabilsek keşke…

Ders aldık diyelim, insanların ülkemiz konjonktüründe kitaplara ayrı bir bütçe ayıramayacağı da ortada.

Kütüphaneler var diyeceksiniz.

 Kitap alamayanlar kütüphanelere gitsin diyeceksiniz, evet gitsin.

Kütüphanesi olmayan köyleri ve kasabaları unutmayalım!

Şehir yüzü görmemiş insanların ilim için Çin’e gideceklerini hiç sanmıyorum…

Kütüphane demişken, Fakir Baykurt’un yaşanmış bir olaydan yola çıkarak kaleme aldığı kült bir öyküsü vardır “Eşekli Kütüphaneci”

Hikâyenin kahramanı Mustafa Güzelgöz, Ürgüp’teki Tahsin Ağa Kütüphanesinin görevlisi emekliye ayrılınca onun yerine kütüphane memuru olarak çalışmaya başlar.

Kütüphanecilik hakkında hiçbir bilgisi yoktur ancak kitaplarla haşır neşir oldukça mesleğinin inceliklerini öğrenir ve ilgisiz kalmış kütüphaneyi adam etmeye niyetlenir. Ve niyetini uzun uğraşlar sonucunda gerçekleştirir.

Ancak kütüphaneye gelip giden çocuk sayısı azdır.

Köylerin durumu ortadadır.

Köy çocuklarının kütüphaneden faydalanmasına imkân yoktur.

 Kütüphaneyi onlara götürmenin bir yolunu düşünürken aklına bir fikir gelir.

 Bir marangoza kitap taşımak için sandık yaptırır, birkaç da eşek ödünç alır.

Eşeklere yüklediği sandıkları kitaplarla doldurup köy yollarına düşer.

Ulaştığı köylerde çocukların yanı sıra büyükler de okumaya başlar.

Anadolu’nun ücra bir köyünde adeta okuma seferberliği başlar.

Böylece dillere destan olan  “Eşekli Kütüphaneci” olur.

Bu çağda da bize bir “Eşekli Kütüphaneci” şart, ne dersiniz?

Hikâyede geçen etkileyici bir diyalog da şöyle:

"Beyim, bizim yolumuz, çeşmemiz, köprümüz yok; kitaplığı ne yapacağız?"

“Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur!”

Fakir Baykurt’un da dediği gibi toplumların gelişmesi kitaplarla mümkün.

Kitap okuma alışkanlıklarının, bir ülkenin ekonomik kalkınma seviyesi, eğitim sistemi ve kültürel değerler gibi faktörlerle yakından ilişkili olduğunu bilmeyen yoktur.

 Kitapların olmadığı bir toplum zihinsel ve manevi olarak çürür ve oluşan pis kokular zamanla hissedilmez olur çünkü herkes alışmıştır.

Kitap okumayan bir toplum yeniliklere açık olmaz.

Çağın getirdiği değişikliklere adapte olamaz.

Yeni fikirlere açık değildir okumayan toplumlar.

Çünkü kendi fikrinden başka fikirleri asla kabul etmezler, duymak bile istemezler.

Amiyane tabirle at gözlüğü ile bakarlar dünyaya.

Kitaplarla beslenmeyen bir zihniyetten verim almak da beklenemez.

Ne ekersen onu biçersin zira…

Kitap okumanın faydaları ve okumamanın zararları yazmakla bitmez.

Bu sebeple yazımı anlamlı bir hikâye ile bitirmek isterim:

30 Ağustos zaferinden sonra Atatürk'ün cephedeki eşyaları Ankara'ya taşınacaktır.

Atatürk, savaş sırasında okumak için cepheye götürdüğü  kitaplar o kadar fazladır ki, Kütüphaneci Nuri Ulusu karton kutular buldurup kütüphaneye getirtir.

Tam içine kitapları doldurmak üzereyken Atatürk kütüphaneye gelir ve ne yaptığını sorar:

“İstediğiniz kitapları karton kutulara aldırdım, deyince,

“Dur, bekle biraz!” der ve içi mermi dolu sandıklardan birini yere boşaltarak Nuri Ulusu’ya uzatır.

Herkes şaşkınlık içinde bakarken, Atatürk şunu söyler:

"Kitapları buna koyun, asıl savaşımız bundan sonra başlıyor."