İşin doğrusu bu hafta yazacağım yazı “etik ve ahlak” üzerine olacaktı. Öyle karar kılmıştım.
Fakat tesadüfen okuduğum kısa bir yazı, fikrimi değiştirdi.
Okuduğum yazıda yazar; günümüzdeki taraf olma kültürünü ya da zihniyetini eleştiriyor, yerden yere vuruyordu.
Yazarın, bu topluma karşı çok ciddi bir tepkisi olduğu aşikârdı.
Buna, bir iç isyan da denilebilir.
Taraftarlık, takım tutar gibi, kendi sınıfına karşı bir taraftarlık ise orada sıkıntı büyük demektir.
Bizim gibi ülkelerde taraftarlık körü körünedir.
Bilgi, bilinç yoktur.
Kendi sınıfına karşıdır.
Kişi, karşı tarafın taraftarıdır.
Garip bir durum ama maalesef öyle…
“Taraf olmayan bertaraftır!”
Ya bu taraf ya da karşı taraftansındır…
Bizim gibi toplumlarda; ne kadar da din, ırk, mezhep, eğitim düzeyi, doğup büyüdüğün bölge etkili olsa da aslında taraftarlık sınıfsal temellidir.
Kişinin sınıfıyla ilgilidir.
Kişi hangi sınıfını temsil ediyorsa tarafı orasıdır.
Olması gereken taraftarlık budur.
Yazar, çoğunluğun kendi tarafını inkâr etmesinden şikâyet etmekte ve bu durumu normal görmemektedir.
Kişilerin, toplumların taraftarlık kültürünü sorgulamaktadır.
Yerinde bir serzeniştir.
Taraftarlık sistemin dayatmasına göre değil kişinin bulunduğu sınıfsal yere göre olmalıdır.
Taraftarlık, kişinin özgür iradesi ile gerçekleşmelidir.
Doğru yerde durmak!
Taraf olmak!
Bilgi, birikim ister.
Sorgu ister…
İrade ister…
Kararlılık ister…
Dik duruş ister…
Mücadele ister…
Taraf olmak, kolay iş değildir.
Nerede durduğun, nasıl durduğun önemlidir…
Bir tarafta işçi sınıfı, köylü ve ezilenler…
Bir tarafta işverenler ve burjuva, toprak ağaları…
Kim nerede duruyor, kim neyin tarafı belli değil!
Bu işte bir gariplik var...
Burjuvazi, demokrasiden, haktan, hukuktan; işçi sınıfı, köylüler, zenginlerden yana taraf...
Bu ülkede taraftar olmak böyle bir şey...
Ne zaman herkes kendi tarafında yer alacak?
Belki yüzlerce yıl…
Belki binlerce yıl…
Sonra...
Öngörmek çok zor!